Meczup
Meczup: Birine veya bir şeye doğru çekilmiş, yöneltilmiş, gönlü bağlanmış, cezbedilmiş, cezb ve celbolunmuş, meclûp.
Deli deyip geçmeyin sakın. Bunu bir eksiklik, bir anormallik olarak anlamayın, bir gerçeğin yükünü içine çekmiş, omuzlarına almış, ondan başka kimsesi kalmamış, tüm fikrini ve zikrini ona vermiş kişidir meczup. Başka alemin insanıdır. Meczupluk aslında bir mertebedir.
Hiç meczup birine rastladınız mı? Delilik ve velilik arasında gedip gelen, hayal dünyasında mı yaşadığı yoksa gerçekleri bizden daha iyi sezdiği belli olmayan birine?
Çoğu zaman onlar anlatır, kopuk cümleler, dağılmış anılar, değişik kelimeler, izi tozu kalmamış insanlar ve olaylardan bahsederler. Uydurma bunlar deyip kenara atamazsınız; çünkü garip bir şekilde içinizde bir yerlere dokunan bir tınısı vardır. Gerçek deyip de sahiplenemezsiniz çünkü bildiğimiz dünyaya uymamaktadır. Böylece meczupların anlattıkları kalbimizin sahiplendiği, aklımızın bağdaştıramadığı konuşmalar olarak karada kendilerine yer bulamayıp semaya yükselir, gökyüzüne karışıp giderler.
İstanbul’un hikayesi de böyle.
Bu şehrin sokaklarda bir rüzgar gibi dolaşan ruhu, öyle bir unutulmuş, bastırılmış ki zamanında, öyle özlemiş ki şatafatlı günlerini bir meczuba dönüşmüş gibi. Geçmişte yaşıyor, onu sayıklıyor, gelene geçene onu anlatıyor. Kanıtları da var oraya buraya serpilmiş, durdurup onu da gösteriyor. Tahtından indirilmiş bir hükümdar, servetini kaybetmiş bir soylu gibi üstünde çul çaput ama asil bir ruhu içinde taşıyor. Derme çatma yapıların içinde, sahipsiz sokaklarda ama muzaffer günlerden, büyük saraylardan, inanılmaz sanatlardan bahsediyor.
Yolda sizi durdurup ben bir zamanlar Roma İmparatoruydum biliyor musun diyor? İnsanlar onu bozmadan ama durup ilgilenmeye de gerek duymadan yoluna devam ediyor. Ama bizim şehrimizin meczup ruhu vazgeçmiyor. Meczuplara özgü o ısrar ile gel bak diyor, işte bu dehliz Büyük Sarayın bir parçası, işte hipodrom, işte Million taşı, işte rotunda… Gördüklerimiz sanki kırık dökük deliller gibi, inanmaya yeter ama ispat etmeye yetmeyebilir.
Öylece kalakalıyoruz. Kimsenin yeterince hatırlamadığı 1000 sene öncesinden bahseden bu meczup sanki doğru söylüyor gibi. Ama bugünün ışığında baktığımızda bir Roma imparatorluk sarayını otoparkın altındaki yeri bize hiç rasyonel gelmiyor. Reddedemeyeceğimiz ya da inanamayacağımız bir yerdeyiz. Şaşkınlıkla bakakalıyoruz.
Bir başka gün, bir başka sokakta durduruyor bizi. Biliyor musun diyor, burada dünyanın gelmiş geçmiş en büyük mimarlarından biri yaşıyordu. Bak şu tek minaresi kalmış camiye, bu Mimar Sinan’ın kendi vakfiyesiydi!
Daracık, alelade bir sokaktasınız. Bir yanınız park, diğer yanınız ancak başını sokmaya yetecek apartmanlar. Nasıl olur diyorsunuz, burası nasıl olur da Mimar Sinan evi olur bir zamanlar. Ama bir taraftan da hissediyorsunuz burada bir şey var, gaipten fısıltılar, vasatın bastıramadığı izler, vakfiyedeki kanıtlar.
Mantığınız olamaz diyor, Mimar Sinan burada otursaydı böyle mi korunurdu bir yanlışlık olmalı diyor. Ama bir tarafınızda bu meczup şehrin fısıltılarına ikna oluyor, doğru söylediğini biliyor.
Bir gün başka bir yolda giderken kaldırımın ortasındaki 3 basamaklı taşa denk geliyorsunuz. Trafiğin ortasında, yoğun bir günün karmaşasında bu şehrin meczup ruhu her şeyden alakasız kendi dünyasına ait fısıltılara başlıyor. Bak diyor; burası iki karanın ve denizin sultanının, hükmü altındaki insanların, dillerin ve dinlerin sayısı bilinmeyen hakanın basıp geçtiği yerdir. Burası mı diyecek oluyorsun, bu otobüs durağının, ince kaldırımın, trafik keşmekeşinin ortası mı? Sonra taşa bakıyor ve ikna oluyorsun bir binek taşı kime ait olabilirdi başka? Sen de birkaç dakikalığına dünyadan kopup meczubun dünyasına gidip geliyorsun.
Bu şehrin meczuba dönmüş sokakları var. Kaybettiği imparatorlukları sayıklayan, üstüne geçirilmiş berbat mimari ile evsiz gibi duran ama bir zamanlar dünya harikalarına sahip olan. Bakınca tanınmaz, anlatınca inanmaz halde. Derin bir yasta ama zaman zaman eski hatıraların sevincinde yaşayan. Söyledikleri kulağa inanılmaz gelen ama hep haklı olan. Yüzyıllar yaşında bir meczup bu şehrin her sokağında dolaşır da durur.
Hiç denk geldiniz mi?